İstanbul’un tarihini anlattığım yazı serisine Tetrarşi Dönemi ile başlamıştım. Zira İstanbul’un “Konstantinopolis” adıyla Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti ilan edilmesini sağlayan olaylar zinciri Tetrarşi’den (Dörtlü Yönetim) itibaren başlamıştı. Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları yazısında ise Konstantinopolis’teki ilk Roma imparatorlarından bahsediyor olacağız.
Roma, İmparator Augustus döneminde cumhuriyetten, imparatorluğa evrildi. “Pax Romana” adı verilen barış ve refah dolu bir dönemden sonra 235 ile 285 yılları arasında süren iç savaş dönemi başladı. Bir önceki yazıda bu dönemin ardından gelen Diocletianus reformlarını ve onun kurduğu Tetrarşi sistemini anlatmıştım.
Geçici bir süre barış getiren ve sonrasında yine iç savaşlara sahne olan Tetrarşi Dönemi’nin sonunda İmparator Konstantin tahta çıkmış ve başkenti İstanbul’a taşımıştı. Bu yazıda göreceğimiz imparatorlar, Konstantin’in (İng. Constantine) halefleridir.
Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları
Dördüncü Yüzyıl’da Roma imparatorları listemizde I. Konstantin (Konstantinopolis’in kurucusu), II. Constantius (İlk Ayasofya’yı inşa eden), Julianus, Jovianus, I. Valentinianus, Valens (Bozdoğan Su Kemeri’ni inşa eden), Gratianus ve II. Valentinianus var.
Bazı tarihi kaynaklar bu imparatorları Bizans İmparatorları olarak da anıyor olabilir. Ancak Doğu Roma’nın ne zamandan itibaren “Bizans” olarak anılması gerektiği tartışmalı bir konudur. Bazı tarihçiler Bizans dönemini İmparator Konstantin ile başlatırken, bazıları ise 6. yüzyıldaki İmparator Justinianus’u “Son Klasik Roma İmparatoru” olarak tanımlar.
Ben bu yazı serisinde en çok kabul gören görüşü temel alacağım. Bu görüş Birleşik Roma’nın son imparatoru olan I. Theodosius’un 395 yılındaki ölümünü milat almaktadır. Böylece imparatorluk kalıcı olarak Doğu ve Batı olarak bölünür ve Doğu Roma da modern tarihte “Bizans” olarak anılır.
Eğer Doğu Roma’yı Bizans olarak kabul edeceksek, onun ilk imparatoru Theodosius’un Doğu Roma’yı miras alacak olan oğlu Arcadius olsa gerektir. Ancak oraya gelmemiz için önce bu yazıyı bitirmemiz gerekiyor. Bu yüzden de yazı halen “Roma İmparatorları” adını taşıyor.
1. İmparator I. Konstantin
İmparator I. Konstantin, sırasıyla Maxentius ve Licinius gibi rakiplerini yenilgiye uğrattıktan sonra tek başına tahta geçti. 20 yıla yakın süren bu mücadele sırasında, uzun yıllarını Batı Avrupa’da geçirmişti. Ancak yönetimi tek elde topladıktan sonra, yüzünü tamamen Doğu’ya döndü. O dönemde imparatorluğun en önemli şehirleri olan Roma, Sirmium, Nicomedia, Antiochia ve Alexandria yerine, kendi adına bir şehir kurmak istedi.
Byzantium’un Stratejik Önemi
Licinius ile Adrianople (Edirne) ve Chrysopolis’te (Üsküdar) yaptığı iki savaşta, eski bir Yunan yerleşkesi olan Byzantium’un stratejik konumu ilgisini çekmişti. İmparatorluğun iki ön cephesi olan Ren Nehri kıyılarına (Batı) ve Suriye’ye (Doğu) kolayca geçiş sağlayan bu şehir, aynı zamanda doğal bir savunma hattına sahipti.
Byzantium’u kuşatacak olan bir donanmanın Karadeniz veya Akdeniz kıyılarından fark edilmeden yaklaşması mümkün değildi. Ayrıca bir yarımada olduğu için, karadan yapılacak bir saldırıya 3 taraftan kapalıydı.
Tarihi binlerce yıl geriye giden mitolojik Tanrıları terk edip, tek Tanrılı bir dini getirmeye hazırlanan Konstantin, eski düzenin simgesi olan Roma’ya pek itibar etmiyordu. O dönemlerde küçük bir kasaba görünümünde olan Byzantium ise adeta işlenmeye hazır bir elmas gibi parlıyordu.
Konstantinopolis’in Kuruluşu
Konstantin, babası Constantius Chlorus’un ölümüyle hükümdarlığa yükselmesinin 20. yıl dönümü için (326) son bir kez Roma’ya gitti. Bu sırada imparatorluğun en seçkin mühendisleri, mimarları ve sanatçıları Yeni Roma’yı (Konstantinopolis) baştan başa dizayn etmek için onun emirlerini bekliyorlardı.
Rivayete göre Konstantin, şehrin sınırlarını bizzat kendisi çizdi. Şehre Hipodrom, Büyük Saray, Aya İrini, Milyon Taşı, Konstantin Forumu ve Havariyyun Kilisesi gibi yapıları kazandırdı. Hristiyanlığı zaten Milano Fermanı (313) ile serbest bırakmıştı. Şimdi imparatorluğun yeni inancının kurumsallaşmasını sağlamak istiyordu.
İznik Konsili
Bu amaçla Akdeniz çevresindeki tüm eyaletlerden rahiplerin davet edildiği İznik Konsili’ni (Bkz: First Council of Nicaea) topladı. Konsilde Hristiyanlığın temel kavramları ve din adamlarının otorite paylaşımı gibi konular masaya geldi.
Konsilin en ateşli tartışmaları, Ariusçuluk (Arianism) adı verilen bir teolojik görüşün üzerinden yapılmıştı. Arius isimli bir rahip tarafından ortaya atılan bu görüş, Hz. İsa’nın Hristiyanlık dinindeki gerçek yeri ile ilgili bir doktrindi.
Bu konu ne kadar küçük bir görüş ayrılığı gibi gözükse de, asırlar sürecek bir çekişmenin fitilini ateşledi. Hristiyanlık içindeki görüş ayrılıkları; İmparator Konstantin’in tek devlet, tek imparator ve tek din üzerine kurmaya çalıştığı temelleri, daha başından sarsmaya başlamıştı.
Tarihe Büyük Konsantin olarak geçen I. Constantinus, Doğu’ya düzenlediği bir seferden dönerken Nicomedia (İzmit) yakınlarında öldü. Cenazesi İstanbul’da yaptırdığı Havariyyun Kilisesi’ne gömüldü. Konstantin, Dördüncü Yüzyıl’da başa geçen Roma İmparatorları arasında kuşkusuz ki en ünlüsüdür.
2. İmparator II. Constantius
İmparator II. Constantius, babasının ölümünden sonra imparatorluğu kardeşleri II. Konstantin, Constans ile birlikte yönetmeye başladı. Aslında yönetime ortak olacak daha fazla üvey kardeş ve akraba vardı ve Büyük Konstantin ölmeden onları da yönetime dahil etmişti.
Ne var ki, babasının ölümünden sonra ivedilikle İstanbul’a intikal eden II. Constantius; büyük bir katliama girişti ve iki öz kardeşinden başka herkesi (minik Julian hariç) öldürttü.
Toprak paylaşımından memnun olmayan II. Konstantin, küçük kardeşi Constans ile girdiği mücadelede ölünce, imparatorluk Doğu Roma ve Batı Roma olarak iki kutuplu yönetilmeye başlandı.
Batı Roma’da hüküm süren Constans, dünyevi zevklerin içine fazla dalmış ve halkını ihmal etmişti. Saray erkanı ile olan ilişkisi ve sefahatle dolu yaşamı, askerlerinde rahatsızlık yaratıyordu. Saray’daki yaşamı nedeniyle gerçeklikle bağları kopan Constans, tahtı gasp etmek isteyen General Magnentius tarafından öldürüldü.
Augustus ve Caesar ile İkili Yönetim
Sasani İmparatorluğu ile Doğu sınırında sonu gelmeyen savaşlar yapan II. Constantius, gaspçı Magnentius’u devirmek için Avrupa içlerine kadar geldi. Gaspçı generali öldüren II. Constantius, Roma’nın tek imparatoru olmayı başardı.
Ancak Roma İmparatorluğu’nun başında iki bela vardı. Biri Perslerin devamı olan Sasani İmparatorluğu, diğeri ise Ren Nehri’nin kuzeyinde bulunan Germen Halkları.
Augustus unvanı taşıyan II. Constantius, iki düşmanla aynı anda baş edemeyeceği için kraliyet ailesinden kalan tek kişi olan genç Julian’ı, Caesar (Augustus’un altında olan yardımcı imparator) ilan etti.
O yaşa kadar Nicomedia, Efes ve Kapadokya gibi yerlerde sürgün hayatı yaşamış olan Julian; kendinden beklenmedik bir performans göstermiş ve Ren Nehri sınırlarını güvenceye almıştı.
Sasani İmparatoru II. Shapur ile büyük bir rekabet içinde olan Roma imparatoru II. Consantius, Julian’dan ordusunun yarısını Doğu’ya göndermesini isteyince, ikilinin arası açıldı.
Kendini “Augustus” ilan eden Julian, II. Consantius ile savaşmak üzereyken; rakibi ani bir hastalık sonucu beklenmedik bir şekilde öldü. Böylece Büyük Konstantin’in üç oğlu da tarih sahnesinden silinmiş ve tahta beklenmedik bir şekilde Julianus geçmişti.
3. İmparator Julianus
İmparator Julianus, Anadolu’nun kadim şehirlerinde yaşadığı dönemde Hristiyanlık teolojisini baştan sona hatmetmişti. Ancak Roma İmparatorluğu’nun pagan dininden Hristiyanlığa yeni evrildiği bu dönemde, Antik Çağ felsefesi halen güçlü bir varlık gösteriyordu.
Zamanın en iyi düşünürleri ve hatipleri ile tanışma şansı bulan Julian, Efes’te iken Hristiyanlığı tamamen bırakmaya ve Antik Çağ’ın pagan tanrılarına tapınmaya karar verdi. Ancak bu fikirlerini imparator olana kadar gizledi.
Julian’ın bir kiliseye son olarak ayak basması, II. Constantius’un cenazesi için Havariyyun Kilisesi’ne gittiğinde gerçekleşti. O günden sonra Roma İmparatorluğu’nu eski pagan inancına döndürmek için çalışacaktı.
Julianus “Dönek İmparator” Olarak Bilinir
Julian’ın bu girişimi, aslında daha baştan kaybedilmiş bir davaydı. Çünkü Konstantin zamanından beri Hristiyanlık yapılanması iyice güçlenmiş ve imparatorluk geri dönülemez bir sürece girmişti. Antik Çağ’ın birbiri ile alakasız bir sürü efsaneye dayanan pagan dini ise yok olmaya yüz tutmuştu. Zamanı geriye doğru işletmek isteyen Julian, tarihe “the Apostate” yani dinden dönen (dönek) olarak geçti.
Persler üzerine yapacağı sefer için Antakya’ya yerleşen imparator, bu saplantıları yüzünden yerel halkla çatıştı. Asla dönemeyeceği bu askeri sefere giderken, büyük bir nefreti üzerine toplamıştı. Sasani İmparatorluğu’nun başkenti önüne kadar ilerledi ve savaş meydanında atılgan bir şekilde savaştı.
Ancak surlarla çevrili Ktesifon kenti geçit vermedi. Yiyecek azlığı, bunaltan sıcak ve sinekler yüzünden ordu fiziksel olarak çöktü. Onlara cesaret vermek için öne atıldığı bir çarpışmada göğsüne saplanan mızrak ile öldü.
4. İmparator Jovianus
Julian’ın başarısız Orta Doğu seferi, Roma İmparatorluğu’nun doğu ordusunu yok olma tehdidi ile karşı karşıya bırakmıştı. Çöl topraklarında sıkışıp kalan ve Pers süvarilerinin ve okçularının saldırıları altında inleyen Roma ordusu çıkmazdaydı. Böyle bir ortamda muhafız alayının kumandanı İmparator Jovianus adıyla hükümdar ilan edildi.
Ne yazık ki, Jovian’ın ilk hamlesi teslim olmak yönünde oldu. Ne pahasına olursa olsun bu cehennemden çıkmak ve başkent Konstantinopolis’e dönmek istiyordu. Bir anda kucağında bulduğu imparatorluk tacını korumak için güç odaklarıyla stratejik ittifaklar kurmak zorunda olduğunu biliyordu.
Jovian’ın ödün vermeye yanaşması, Pers İmparatoru II. Şapur’un elini güçlendirmişti. En yakın Roma şehrinden 150 kilometre uzaklıkta bulunan ve çöle saplanıp kalan Roma ordusu ya imha olacak, ya da büyük bedeller ödeyecekti. Bu bedel, İmparator Diocletianus zamanında ele geçirilen 18 kalenin iade edilmesi ve Ermenistan Krallığı’nın, Roma yerine Pers himayesi altına girmesiydi.
Bu şartları kabul eden Jovian, kendisi ve ordusunu zar zor Antakya’ya attı. Nihayet imparatorluk sınırlarına girmişti. Aldığı ilk karar, Hristiyanlar’ın desteğini almak üzere, Julian’ın Hristiyanlık aleyhine çıkardığı tüm yasaları iptal etmek oldu.
Bürokratların ve askerlerin büyük bir kısmı tarafından ölümüne dövüşmediği için “korkak”, dindarların gözünde ise “kahraman” olmuştu. Şayet Konstantinopolis’e varabilseydi, hükümdarlığının meşruiyeti çokça sorgulanacaktı. Ancak Jovian, İstanbul yolunda beklenmedik bir şekilde öldü. Bazı tarihçilere göre yediği bir mantardan zehirlenmişti.
5. İmparator I. Valentinianus
Julian’ın İran seferindeki ölümü, Constantinus Hanedanı’nın da sonunu işaret ediyordu. İmparator Büyük Konstantin’in soyundan hiç erkek kalmamıştı. Rastgele bir şekilde imparator seçilen Jovian da ölünce, askerler yine aralarından birini imparator ilan ettiler. Az eğitimli olmasına rağmen başarılı bir subay olan İmparator I. Valentinianus, yeni hanedanın ilk üyesi olarak tahta çıktı.
Roma imparatoru Valentinianus iktidarı boyunca kuzey sınırlarını Germen ve Got saldırılarına karşı korudu. Orduyu elinden geldiğince ıslah etti ve kardeşi Valens’i de tahtına ortak etti. Kendisi daha iyi tanıdığı Batı Roma’yı yönetmek üzere Milano’ya yerleşirken, kardeşini de Doğu Roma’yı yönetmesi için Konstantinopolis’e gönderdi.
Konstantinopolis’teki Sahte İmparator
Valentinian, bilmeden de olsa kardeşi Valens’i adeta ateşe atmıştı. Ağabeyine göre daha tecrübesiz ve yetersiz olan Valens, büyük bir karmaşa ile karşılaşacaktı. Güney sınırını güvenceye almak için sefere çıktığı sırada, Konstantinopolis’te Procopius adında bir gaspçı ortaya çıkıverdi.
İmparator Julian’ın akrabası olduğunu ve Konstantin’in soyundan geldiğini iddia eden Procopius, ağabey Valentinianus’un öldüğü söylentisini yayıp kendini imparator ilan etti. “Dönek” lakaplı eski imparator Julian’ın, Pers seferine çıkarken kendisini mirasçısı olarak atadığını iddia ediyordu.
Valens bu haberi aldığında, komutasındaki askerler çoktan gemilerle Suriye’ye doğru yola çıkmıştı. Kendisi de Anadolu’yu terk etmek üzereydi. Elinde kalan bir avuç askeri başkente gönderse de, isyanı bastırmaya yetmedi. Henüz rüştünü kanıtlamamış bir imparator olduğu için, İstanbul’daki tahtını Procopius’a kalıcı olarak kaybetmesi çok olasıydı.
Valens Tahtı Geri Alıyor
Üzerindeki şaşkınlık ve korkuyu çabuk atlatan Valens, ordusunu geri çağırdı ve İstanbul’a yürüyüşe geçti. Onun Ankyra’dan (Ankara) başkente yürüyüşe geçmesi, Procopius’un ordusunda bir korku yaratmıştı. Tahtı gaspeden Procopius, boşuna binlerce askerin heba olmasını istemeyen subaylar tarafından öldürüldü.
Askerler bir şekilde Valens’in doğu ordusu ile başa çıksalar bile, sonradan ağabeyi Valentinianus’un da batı ordusu ile geleceğini biliyorlardı. Sahte imparatorun başı kesildi ve Milano’daki kıdemli imparator Valentinianus’a gönderildi.
Valens büyük bir dertten kurtulmuştu. Artık Sasani İmparatorluğu‘na karşı Doğu seferine çıkabilirdi. Yola çıkmadan önce Balkanlar’daki Got kabilelerine karşı seferler düzenledi. Başkent Konstantinopolis’te kendisi yokken bir kez daha sorun çıkmasını istemiyordu.
Batı Roma’daki Problemler
Valens, Doğu Avrupa’da Gotlar ile uğraşırken; Batı Roma’da Britanya problemi çıkmıştı. Ağabeyi Valentinianus, Britanya’ya organize bir saldırı düzenleyen barbar konfederasyonunu dağıtmak için en iyi generalini (Theodosius) görevlendirdi. İleride Roma İmparatoru olacak Büyük Theodosius’un babası olan bu general, Britanya’yı baştan başa temizledi ve müthiş bir askeri zafer kazandı.
Ne var ki, Batı Roma’nın barbarlar ile dertleri bitmemişti. Roma’nın Pannonia Eyaleti’ne komşu olan Kuad Kabilesi, Roma İmparatorluğu ile doğal sınır olan Tuna Nehri’nin kendilerine ait tarafına askeri karakollar yapılmasını işgal olarak algılamıştı.
Valentinianus’un bu agresif politikası geri tepti ve Kuadlar nehri geçerek Roma şehirlerini yağmaladılar. Bir refleks olarak yaptıkları bu hareketin bedelini ağır ödeyeceklerini anlayınca, imparatordan özür dilemek ve mağduriyetlerini açıklamak istediler.
Valentinianus’un Zamansız Ölümü
O güne kadar hiçbir şekilde barbarların elçilerini kabul etmeyen ve onlarla muhatap olmayan Valentinianus, nasıl olduysa bu kez olumlu cevap verdi. Ancak Kuad elçilerinden “özrü kabahatinden büyük” açıklamalar dinleyince öfkesine hakim olamadı. Onlara bağırıp çağırırken ani bir kalp krizi geçiren imparator, Roma’nın ona en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda öldü.
6. İmparator Valens
Valentinianus, ölmeden kısa bir süre önce iki oğlunu da tahta ortak etmişti: 16 yaşındaki Gratianus ve bebek yaştaki oğlu II. Valentinian. Böylece imparatorluğun batısında Valentinianus’un oğulları, doğusunda ise İmparator Valens hüküm sürecekti. İmparatorluğun o ana kadar en büyük sorunları olan Germenler, Gotlar ve Sasaniler’e rahmet okutacak yeni bir düşman ortaya çıkmıştı: Hunlar.
Romalılar tarafından ne kadar barbar olarak kabul edilse de, Gotlar o dönemde kısmen medenileşmişti. Hristiyan olmuş ve yerleşik yaşama geçmişlerdi. Batı Gotları (Vizigotlar) halen kabile reisleri tarafından yönetilse de, Doğu Gotları (Ostrogotlar) kraliyet sistemine geçmişti. Ancak Orta Asya’dan gelen göçebe Hun ordularında yerleşik yaşamın getirdiği uysallığın zerresi bile yoktu.
Gotlar’ın Roma Topraklarına Yerleşmesi
Hunların Kuzey Avrupa’da yarattığı terörden kaçan Gotlar, Romalılardan sığınma istemiş ve almışlardı. Roma kurallarına göre, çok kontrollü bir şekilde sınırı geçmeleri ve farklı bölgelere yayılmaları gerekiyordu.
Ne var ki, sınırı geçenler korkuyla Roma askerlerini ezip geçtiler. Bir an önce içeri girmek ve güvencede olmak istiyorlardı. Romalıların izin vermediği bazı barbar kabileler de dahil tamamı Roma topraklarına girdi ve yekpare bir şekilde kaldılar. Dağılmamış olmaları ve halen liderlerine bağlı olmaları Romalılar için büyük tehditti.
Balkanlara yerleşen Got kabileleri, burada insanlık dışı muamele gördüler. Trakya Kontu Lupicinus ve askerleri tarafından ellerinde avuçlarında ne varsa alındı. Roma imparatoru Valens’in ihtiyatlı olma yolundaki telkinlerine kulak tıkanmış ve Gotlar kışkırtılmıştı. Ayaklandılar ve tozu dumana kattılar.
Hadrianapolis Muharebesi
İmparator Valens, Gotları sindirmek için ordusuyla Trakya’ya geldi. Batı’dan Gratianus, Doğu’dan ise Valens saldıracak ve Gotlar’ı iki ateş arasına alacaklardı. Ancak Valens’e gelen yanlış istihbaratlar buna engel oldu.
Gözcülerin söylediğine göre Gotlar sadece 10.000 kişiydi. Valens’in ordusunda ise 30.000 asker vardı. Tahta çıktığından beri bir türlü kendini kanıtlayacak bir zafer elde edemeyen Valens, zaferin şanını Gratianus ile paylaşmaktansa; Gotları tek başına bertaraf etmeye karar verdi.
Ne var ki, istihbarat doğru değildi. Gotların 10.000 piyadesine karşılık, ormanın içinden ilerleyen binlerce süvarisi de vardı. Bu hesaba katılmadığı için sonuç felaket oldu. Savaşın ortasında bir anda gelen süvariler, Roma ordusunun dengesini bozdu. Valens ve kurmaylarının tamamı öldü ve Roma ordusunun 3’te 2’si imha edildi.
Theodosius Kurtarıcı Olarak Tahta Çıkıyor
Önce Valentinianus ve sonra da kardeşi Valens’in ölmesi ve Doğu Roma ordusunun imparatorla birlikte yok olması tam bir felaketti. Roma’nın başında iki çocuk yaştaki imparatordan başka kimse yoktu.
Gratianus, babasına sadakatle hizmet etmiş olan “Britanya Fatihi” General Theodosius’un oğlu Theodosius’u (babasıyla aynı adı taşıyor) başkente çağırdı ve büyük yetkilerle donattı. Verilen her görevi layıkıyla yapan Theodosius, sonunda eş-imparator ilan edildi.
Konstantin’den sonra Dördüncü Yüzyıl’da Roma tahtına çıkan en önemli imparator Theodosius’tu. Ancak Theodosius ile ilgili bölümü bir sonraki yazıya bırakmak daha mantıklı olacaktır. Onun ölümünden sonra imparatorluğun bölünmesi ve Doğu Roma’nın (Bizans) temellerinin atılmasını aynı yazı içinde işlemekte fayda vardır.
Alt satırlarda ise Theodosius ile eş zamanlı olarak hüküm süren diğer iki imparatoru işliyor olacağız. Roma tarihinin silik şahsiyetlerinden Gratianus ve II. Valentinianus, kısa süren rollerini tamamlayıp, sahneyi Büyük Theodosius adıyla da bilinen I. Theodosius’a bırakacaklar.
7. İmparator Gratianus
Doğu’nun başına geçen ve Konstantinopolis’te yaşayan Theodosius, sağduyusu ve tecrübesi ile olayları biraz yatıştırmıştı. Gotlar ile dostane bir politika izleyen yeni imparator, onlara yaşayacak topraklar verdi. Reislerine saygı gösterdi ve onları da bazı mevkilere getirdi.
Gotlar yıllarca Roma sınırlarını yağmalamış olsa da, aradıkları şey yalnızca daha iyi bir hayattı. Bu onlara sunulunca imparatorun himayesine girmekte bir sakınca görmediler.
Yine de imparatorlukta sular durulmuyordu. Britanya’daki Roma ordusu komutanı Maximus, kendini Batı Roma İmparatoru ilan etti ve akabinde Galya’yı da (Fransa ve çevresi) ele geçirdi. Ona karşı koymaya çalışan İmparator Gratianus, başarısız oldu ve Lyon’da teslim oldu. Dostane bir şekilde davet edildiği bir ziyafette öldürüldü.
8. İmparator II. Valentinianus
Gaspçı Maximus, Theodosius’un kendisini resmi olarak tanımasını ve meşruiyet kazanmayı istiyordu. Ancak Theodosius onun bu taleplerini duymazdan geldi.
İmparator II. Valentinianus‘un annesi Justina, ustaca bir hamleyle Theodosius ile genç imparatorun arasındaki bağları kuvvetlendirmişti. Eşi yakın bir zamanda ölmüş olan Theodosius, Valentinian Hanedanı’nın genç ve güzel prensesi Galla ile evlenmiş ve böylece Doğu ile Batı arasındaki müttefiklik perçinlenmişti.
Theodosius, evlilik bağıyla II. Valentinianus ile kardeş olmuştu. Onu korumak için, isyancı general Maximus’a karşı sefer hazırlıklarına başladı.
Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!
Bu yazı serisi 4. yüzyıldan, 15. yüzyıla kadar Roma ve Bizans tarihinde olanları konu alıyor. Yani aslında yazı serisinin daha başındayız. Eğer bu yazıdaki olaylar ilginizi çektiyse, devamını Beşinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısında bulabilirsiniz.
Dördüncü Yüzyıl’da Roma Yazısı Kaynakları
Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları yazısının kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in Byzantium adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.
Buna ek olarak İngilizce hakimiyeti olanlar için Mike Duncan’ın The History of Rome adlı podcast yayınını da şiddetle tavsiye ederim. Bu yayını hem internetten, hem de Spotify’dan bulabilirsiniz.
Dördüncü Yüzyıl’da Roma by Serhat Engül