Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi Yönetimi

Tetrarşi dönemi, Roma İmparatorluğu tarihindeki en ilgi çekici dönemlerden biri. Bu süreçte yaşanmış olan savaşlar ve entrikalar ilk olarak John Julius Norwich’in “Bizans” adlı eserinde dikkatimi çekmişti. Sonrasında Mike Duncan’ın “Roma Tarihi” adlı podcast yayınlarında çok daha ayrıntılı olarak dinledim ve özetini çıkarmaya karar verdim.

Tetrarşi, oldukça karışık bir yönetim sistemi içeriyor. Roma İmparatorluğu bu dönem boyunca 4 imparator tarafından yönetiliyor. İlk bakışta çok mantıklı bir sistem olduğu halde, uygulamada büyük sorunlar çıkıyor.

Bu yazıda oldukça detaylı bir şekilde bu konuyu anlatmaya çalışacağım. Uzun yazıları okumaktan sıkılan biriyseniz direkt yazının sonuna gidebilir ve her şeyi özetleyen “Tetrarşi Nedir?” başlığına da bakabilirsiniz. Ancak tarihsever biriyseniz yazıyı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Tetrarşi dönemi bana biraz Roma Cumhuriyeti’ndeki Üçlü Yönetimi (Triumvirlik) hatırlatıyor. O zaman da güç kavgaları patlak vermiş ve aradan sıyrılan Julius Caesar lider olmuştu. Dörtlü Yönetim’de ise en sonunda kazanan İmparator Konstantin oldu.

Şimdi Tetrarşi sistemini layıkıyla anlatmak için Roma tarihinde bir yolculuğa çıkacağız. Roma’nın Üçüncü Yüzyıl Krizi‘ne değinmeden, Tetrarşi’nin kurucusu Diocletianus’un tahta çıkmasını ve yaptığı reformları anlamak pek mümkün değildir. Keyifli okumalar dilerim.

Roma’da 50 Yıllık Kriz Dönemi

Julius Caesar’ın evlatlığı Octavius “Augustus” adı ile tahta çıktıktan sonra, Roma İmparatorluğu uzun süren bir yükselme dönemi yaşadı. Nerva–Antonine hanedanı (Evlatlık İmparatorlar) ile zirveye çıkan refah dönemi (96–192), Severus hanedanı zamanında da iniş çıkışlarla da olsa devam etti. (193–235).

M.S. 235 yılında Severus hanedanının son üyesi olan Alexander Severus, kendi ordusu tarafından infaz edilince; uzun bir süre (235-285) Roma’da terör estirecek olan “Kriz Dönemi” başladı. Roma’da 50 yıllık kriz dönemi boyunca imparatorlar birbiri ardına suikaste uğradı ve birkaç yıldan fazla tahtta kalamadılar.

Bu uzun süreli kaos dönemini bitiren kişi ise Diocletianus (İng. Diocletian) isimli imparator oldu. Kaos döneminin son imparatoru olan Carus’un ordusunda süvari komutanı olan Diocletian, savaş meydanlarındaki başarısı sayesinde merdivenleri hızla tırmanmış bir subaydı.

Carus’un beklenmedik bir şekilde hayatını kaybetmesiyle, oğlu Carinus (ve Numerius) kontrolü ele aldılar. Ne var ki, Roma’nın önde gelenleri ve ordunun en popüler generali olan Diocletianus, Carus’un oğullarını istemiyordu. Bu sebeple Sırbistan yakınlarında vuku bulan Margus Savaşı’nda kozlarını paylaştılar. Carinus savaşta öldü ve kardeşi Numerius da -muhtemelen- suikaste uğradı.

Nihayet, 284 yılında Diocletianus, Roma İmparatoru olarak tahta çıktı. Yaklaşık 20 yıl sürecek ve imparatorluktan gönüllü olarak feragat etmesiyle sonlanacak bir dönem başlıyordu. Nevi şahsına münhasır bir adam olan Diocletian, Roma tarihinde kendi rızasıyla tahttan inen ilk kişiydi. Erguvan rengi imparatorluk cübbesini çıkarıp, Hırvatistan’ın Split şehrindeki sarayının bahçesinde lahana yetiştirdiği bir emekliliği olacaktı.

Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi Dönemi

Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi dönemi Diocletianus’un yaptığı büyük çaplı reformlar ile başladı. Diocletianus öncelikle imparatorluğu ikiye bölüp gerekli şartların oluşmasını bekledi. Sonrasında ise Galerius ve Constantius’u “Sezar” olarak atadı ve dörtlü yönetim başladı.

Tetrarşi aslında “Augustus” adlı kıdemli imparatorların kendi varislerini (yani Sezarları) yetiştirdiği bir sistemdi. Böylece büyük imparatorlukların bölünmesine sebep olan veraset problemi çözülmüş oluyordu. Buna ek olarak dev boyutlara ulaşmış imparatorluğun yönetimi de kolaylaşıyordu.

1. Maximianus “Augustus” Oluyor

50 Yıllık Kriz döneminde sıkça yaşanan darbeler, halkın yeni imparatora “En fazla birkaç yıl yaşar.” gözüyle bakmasına sebep oluyordu. Diocletianus, bunu bildiği için başlatacağı reformların yarım kalmasından da endişe ediyordu. Bu sebeple ilk iş olarak yönetimi ikiye bölmeyi tercih etti. Kendisi Doğu eyaletlerini yönetirken, Batı’yı ise Maximianus (İng. Maximian) isimli bir eş-imparator’a (Augustus) bırakacaktı.

Bu yıllarda Roma İmparatorluğu’nun hem doğuda, hem de batıda büyük sorunları vardı. Diocletianus’a göre bunların çözülmesi tek kişinin yapabileceği bir iş değildi. Bir imparator iki cephede birden olamazdı. Güçlü ve hızlı karar alınabilmesi için, iki cephede de mutlak otoriteye sahip birer imparator lazımdı.

Doğu’da Pers İmparatorluğu ile Suriye ve Ermenistan toprakları üzerinde bir çekişme söz konusuydu. Buna karşılık Batı’da ise Britanya’da Carausius isimli gaspçı bir imparator vardı. Roma toprakları üzerinde kendini Augustus ilan etmişti. Diocletianus’un, meslektaşı Maximianus’tan beklediği ilk şey, Britanya’nın geri alınmasıydı.

Carausius, ne kadar Romalılar tarafından gaspçı olarak görülse de, Britanya’daki lejyonlara hakim olmuş ve halk tarafından da kabul görmüştü. Britanya’daki ticareti de ustalıkla yönetiyordu. Varlık ve refah getirdiği için de, İngiltere ve çevresinde kendisine destek buluyordu.

Bu koşullarda gerçekleşen Maximianus’un Britanya seferi (290) başarısız oldu. Fırtına Romalıların gemilerini parçalamış ve zaten yetersiz olan donanma ile girişilen sefer tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı.

2. İki Sezar Atanıyor

Diocletianus imparatorluğun parçalanma tehlikesi olduğunu biliyordu. Britanya’da (ve ardından Mısır’da) olduğu gibi, ordu komutanları kendilerini Tiran ilan ediyor ve Roma’dan toprak çalıyorlardı.

İkili yönetimin de yeterli olmadığını düşünen Diocletian, Batı’da Constantius Chlorus; Doğu’da ise Galerian isimli iki generali “Caesar” (Sezar) mertebesine yükseltti. İki sezarın atanmasıyla ortaya şöyle bir hiyerarşik sistem çıkmıştı.


Augustus (Üst İmparatorlar)

Maximianus (Batı) < >  Diocletianus (Doğu)

Caesar (Ast İmparatorlar)

Constantius (Batı) < > Galerius (Doğu)

Not: Diocletianus kıdemli imparator, atamaları o yapıyor.


Tetrarşi Dönemi Roma Haritası

İspanya, İtalya ve Afrika’nın batısında Maximianus; Galya ve Britanya’da Constantius; İllirya, Dalmaçya ve Balkanlar’da Galerius; Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’da Diocletianus.

3. Constantius’un Britanya’yı Fethi

Constantius, Maximianus’un ordusunda üst düzey bir askerdi. Başarısız olan Britanya seferinden bazı dersler çıkarmıştı. Bu sebeple farklı taktikler izledi. Galya’daki tüm limanları ele geçiren ve Britanya’ya giden ticaret yollarını kapatan Constantius, Carausius’un adeta can damarını kesti.

O döneme kadar başarılı bir yönetim gösteren Carausius’un düşmanları, adanın izole edilmesinden kendilerine pay çıkardı ve ona suikast düzenledi. Komplonun başındaki Allectus adındaki bürokrat kendini yeni Augustus ilan etmişti. Ancak hükümdarlığı uzun sürmeyecekti.

Constantius, bir çıkarma harekatına girişti. Düşmanı şaşırtmak için kuvvetlerini ikiye bölen Sezar, generali olan Asclepiodotus ile eşzamanlı olarak Britanya’ya çıkarma yaparak Allectus’u adeta ters köşeye yatırdı. Böylece Roma İmparatorluğu’nun o dönemdeki en zorlu operasyonu (Britanya’nın yeniden fethi) başarıyla sonuçlandı.

4. Gallerius’un Persler ile Mücadelesi

İkinci Pers İmparatorluğu olarak da bilinen Sasaniler’in başına Narseh adında bir imparator geçmişti. Babası Shapur’un izinden gitmek istiyordu. Zira babası Roma toprağı olan Antakya’ya (Antioch) saldırmış ve Roma İmparatoru Valerian’ı esir almıştı. Narseh de aynı şekilde Suriye ve çevresini ele geçirmek istiyordu.

Galerius, esir olarak ölen Valerian’ın intikamını almanın peşindeydi. Ayrıca Persler’in Suriye’deki hükümranlık mücadelesine de son vermek istiyordu. İki imparatorun ilk çarpışması Romalılar adına bir felaket oldu. Galerius Carrhae Savaşı’nda (Harran’da) yenildi ve Antakya’ya geri çekildi. Diocletian (Augustus) öfkeden çıldırmıştı. Astı Galerius’a (Sezar) yarım bıraktığı işi halletmesi için gözdağı verdi.

İkinci savaş (Battle of Satala) Ermenistan’da vuku buldu. Galerius, Balkanlar’dan gelen taze kuvvetlerle güçlenmiş ve savaşa hazırdı. Arazi yapısı da Roma lejyonları için çok uygundu. Buna karşılık önceki savaşlarda belirleyici olan Pers süvarilerinin ise hareket alanı kısıtlı kalmıştı.

Kendilerinin lehine şartlarda yapılan bu savaşta, Romalılar mutlak bir galibiyet aldılar. Narseh’in eşlerinin ve çocuklarının olduğu harem çadırı bile ele geçirildi. Böylece esarette ölen Valerian’ın intikamı alınmıştı.

5. Diocletianus Tahttan Feragat Ediyor

Diocletianus, 20 yıllık bir hükümdarlıktan sonra, tahttan çekilmeye karar verdi. Kurduğu Tetrarşi Yönetimi’nin devam etmesini istiyordu. Bu sebeple kendisi ile eşzamanlı olarak tahttan inmesi için Maximianus’u da teşvik etti. Maximianus, tahtı bırakmaya pek gönüllü olmasa da, kabul etmek zorunda kaldı.

Böylece Batı’da Constantius Chlorus, Doğu’da ise Galerius “Augustus” mertebesine yükselmişlerdi. Ancak “Britanya Fatihi” Constantius, Augustus olduktan yalnızca bir yıl sonra yaşamını yitirdi. Bunun üzerine oğlu Konstantin (İng. Constantine), Batı ordusu tarafından “Augustus” ilan edildi.

Ancak Galerius bu oldu bittiyi kabul etmemişti. Batı’ya eski bir silah arkadaşı olan Severus’u Augustus olarak atadı ve genç Constantine de Sezar olarak onun altında yer aldı. İleride Büyük Konstantin olarak anılacak olan genç imparator, bu terfiyi “şimdilik” yeterli görmüştü. Ayrıca Doğu’da Maximinus Daia da Sezar olarak atanmıştı.

Tetrarşi’de İkinci Yetki Dağılımı

Augustus (Üst İmparatorlar)

Valerius Severus (Batı) < > Galerius (Doğu)

Caesar (Ast İmparatorlar)

Constantine (Batı) < > Maximinus Daia (Doğu)

Not: Galerius kıdemli imparator. Onayı olmadan atama yapılamıyor.

6. Maxentius’un Hak İddiası

Yeni bir düzen kurulmuştu, ancak çok uzun sürmedi. İtalya ve çevresini yöneten “Augustus” Severus, halkı ağır vergilerle ezince, Roma’da büyük bir isyan patlak verdi. İsyanda halktan yana tavır alan ordu komutanları, eski “Augustus” Maximianus’un oğlu Maxentius‘u imparator ilan etti. Maxentius zaten babasının, Diocletianus ile birlikte tahttan çekilmesinden sonra -en azından- Sezar ilan edilmeyi bekliyordu ve hakkı olanı almanın zamanı gelmişti.

Maxentius babasının eski yönetim alanı olan İtalya’ya yerleşip güçlendi. Kendini Kartaca’da (Kuzey Afrika) imparator ilan eden gaspçı Domitius Alexander’i yenilgiye uğrattı (Not: Seferi General Pompeianus yönetmiştir.) ve orayı da topraklarına kattı. Ne var ki, Nikomedia’daki (İzmit) -kıdemli imparator- Galerius, Maxentius’un erkini asla kabul etmedi. Severus’a ise derhal Roma’yı geri almasını emretti.

Ancak Severus, Roma’yı kuşatmak için yaklaştığı sırada, askerleri onunla birlikte savaşmakta isteksiz davrandılar. Çünkü hem halk Severus’u istemiyordu, hem de askerlerin çoğu bir önceki Augustus olan Maximianus’a hizmet etmişlerdi. Şimdi kalkıp onun oğluna (Bkz: Maxentius) kılıç çekmek istemiyorlardı.

Severus, çaresiz bir durumda kalınca, Ravenna’ya çekilip asker toplamak istedi. Ancak bunu bile yapacak gücü kalmamıştı. Hayatını bağışlamaları karşılığında, Maximianus’a teslim oldu. Ne var ki, Maximianus ve oğlu Maxentius sözlerini tutmadılar ve Severus’u öldürdüler.

7. Galerius’un İtalya Seferi

Haber Galerius‘a ulaşınca, kıdemli imparator deliye döndü. Ordusunu toplayıp İtalya’ya yola çıktı. Ancak çok geçmeden İtalya’yı almanın kolay olmadığını fark etti. Şehirler ona kapılarını kapatıyor ve yaşam alanı bırakmıyordu. Severus ile aynı kaderi paylaşmamak için geri çekilmek zorunda kaldı.

Galerius, emeklilik günlerini yaşayan Diocletianus’a danışmaya karar verdi. Tetrarşi’nin içine düştüğü krizde, herkesin sözünü dinleyeceği tek adam, Tetrarşi sisteminin kurucusu olan Diocletianus’tan başkası değildi.

Galerius’un başarısız İtalya seferinden sonra, eski imparator Maximianus ile oğlu Maxentius arasında bir güç kavgası başladı. Maxentius babasının Severus ve ardından Galerius ile mücadelesi sırasında yardım etmesinden dolayı ona müteşekkirdi. Ancak onun kendi otoritesini gölgelemesini de istemiyordu. Maximianus oğlunun aleyhine işler çevirmeye başlayınca, İtalya’dan kovuldu.

Galerius’un Nikomedia’daki sarayına giden Maximianus, sığınma istedi. Galerius’un normalde Maximianus’u İtalya’da yaptıklarından dolayı cezalandırması beklenirdi. Ancak Diocletianus ile olan görüşmesini bu olayla gölgelemek istemediğinden, eski dost Maximianus’u da toplantıya götürmeye karar verdi.

8. Tetrarşi Sistemi Yeniden Düzenleniyor

Üç imparator yıllar sonra bir araya geldi. Maximanus, Diocletianus’a geri dönmesi için adeta yalvardı. Onunla birlikte kendisi de eskisi gibi “Augustus” olmak istiyordu. Ancak Diocletianus’un siyasete dönmeye hiç niyeti yoktu. Maximanus’u da Tetrarşi’ye karışmaması için uyardı.

Yeniden düzenlenen Tetrarşi‘ye göre Galerius’un önerdiği Licinius “Augustus” oluyor, Constantine ve Maximinus Daia “Sezar” olarak devam ediyordu. Terfi bekleyen Konstantin’in “Augustus” olma beklentisi boşa çıkmış, Maxentius ise İtalya’da gaspçı ilan edilmişti.

Tetrarşi’de Üçüncü Yetki Dağılımı

Augustus (Üst İmparatorlar)

Licinius (Batı) < > Galerius (Doğu)

Caesar (Ast İmparatorlar)

Constantine (Batı) < > Maximinus Daia (Doğu)


9. Maximianus Yine Başbelası Oluyor

İtalya’daki oğlunun yanından kovulan ve Doğu’da Galerius tarafından da pek hoş karşılanmayan Maximianus, damadı Konstantin’in yanına yerleşmeye karar verdi.

Konstantin, eski Augustus olan Maximianus’un kızı Fausta ile evliydi. Bu sebeple Konstantin, gaspçı oğluna rağmen (Bkz: Maxentius) ona kötü davranmadı. Fakat emekli imparator burada da rahat durmadı. Konstantin’in Galya’daki lejyonlarını ona karşı kışkırtmaya kalkınca, intihar etmeye zorlanarak ortadan kaldırıldı.

20 yıl boyunca Diocletianus ile birlikte “Augustus” olarak görev yapmış olan ve Tetrarşi’nin kurucularından Maximianus; böylece tarihe karışmıştı. Zaten kurdukları sistemin de sonu yakındı.

10. Galerius’un Ölümü

Bu sırada beklenmedik bir şey oldu ve kıdemli imparator Galerius öldü. Doğu’daki Sezar Maximinus Daia, kendini “Augustus” ilan etti ve başkent Nikomedia’yı ele geçirdi. Konstantin zaten uzun süredir kendini “Augustus” olarak görüyordu. Böylece Diocletianus ile yapılan toplantıdaki yeni düzenleme, sadece birkaç yıl içinde geçersiz hale geldi.

Konstantin, babasının çağdaşı olan tüm imparatorlar tarih sahnesinden silinince (Maximianus, Diocletianus ve Galerius) kendi hükümdarlık zamanının geldiğini düşünmeye başladı.

Tetrarşi Yönetimi’nde Son Durum

İspanya, Fransa ve İngiltere’de Constantine; İtalya ve Kuzey Afrika’da Maxentius; İlirya ve Balkanlarda Licinius; Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’da Maximinus Daia.

Bu noktadan itibaren kimin “Augustus” kimin “Caesar” olduğunun önemi yoktu. Herkes kendini lider olarak görüyordu ve Tetrarşi sistemi çökmüştü.

11. Milvian Köprüsü Savaşı

Şu ana kadar pek sözünü etmemiş olsak da, Roma İmparatorluğu’nun kaderini kökten değiştirecek bir süreç artık başlamıştı. Yalnızca 20 yıl içinde imparatorluğun dini Paganizm’den, Hristiyanlık inancına evrilecek ve İstanbul “Konstantinopolis” adıyla başkent olacaktı. Bunları gerçekleştirecek olan kişi ise Constantius Chlorus’un oğlu Konstantin’den başkası değildi.

Konstantin’in tek adam olma süreci, öncelikle güneydeki düşmanı Maxentius’u yok etmekle başladı. Geride bıraktığı Britanya, Galya ve İspanya’ya kuvvetlerinin 4’te 3’ünü serpiştiren Konstantin, yaklaşık 30.000 kişilik bir kuvvetle Roma’ya yürümeye başladı.

Torino ve Milano’yu kolayca alan Konstantin, Verona’da ciddi bir direnişle karşılaştı. Ancak Maxentius’un en önemli adamı olan Pompeianus (Üst satırlarda adını not etmiştik.) Verona Savaşı’nda ölünce, Roma’ya giden yol açılmıştı.

Maxentius son ana kadar savunmada kalmayı tercih etse de, Roma’dan ayrılarak Konstantin’i savaş meydanında karşıladı. Maxentius’un birlikleri daha kalabalıktı ve pekala Konstantin’i yenme şansı vardı. Ancak Konstantin’in ordusundaki savaşçılar yıllardır meydanlarda tecrübe kazanmış güçlü adamlardı. Üstelik Konstantin’e de ölümüne sadıktılar. Maxentius’un birlikleri ise işler kötüye gidince paniğe kapılmaya müsait askerlerdi ve zaten öyle de oldu.

Konstantin’in birlikleri Maxentius’u bozguna uğrattı ve sayıca az olmasına rağmen düşmanın kendilerini çevirmesine izin vermedi. Baskıya dayanamayan Maxentius, Tiber Nehri’nin gerisine çekilip orada yeniden toplanmak istiyordu. Ancak birlikleri organize olmayı başaramadılar.

Konstantin geçmesin diye tüm köprüleri yıkmışlardı ve geriye -biri halatlarla bağlı, diğeri ise yıkık dökük- iki köprü kalmıştı. Halatlarla tutturulmuş olan ahşap köprü, üzerindeki yüzlerce askerle birlikte çökünce; askerler çok dar olan taş köprüye (Milvian Bridge) koştular. Ancak çoğu ezildi veya nehre düştü. Maxentius da suya düşenlerden biriydi ve boğularak öldü. Konstantin savaştan sonra Roma’da adeta bir kahraman gibi karşılandı.

Milvian Köprüsü Savaşı, Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu içindeki durumu açısından dönüm noktası olarak kabul edilir. Rivayete göre Konstantin, savaştan bir gece önce rüyasında Hz. İsa’yı görmüştü.

Eğer İsa’nın adının Grekçe baş harflerini (X ve P) askerlerinin kalkanlarına işaretlerse, savaşı kazanacağı müjdelenmişti. Olaya dindar tarihçi Eusebius haricinde kimse yer vermese de, enteresan bir efsanedir. İmparatorun kısa bir süre sonra Hristiyan olacağı göz önüne alınırsa, doğru da olabilir.

12. Licinius ve Konstantin İttifakı

Batı’da mutlak hakimiyet sağlayan Konstantin ve Balkanlar’da konumlanmış olan Licinius ittifak yaptılar. Amaçları Orta Doğu’daki tüm ticaret yollarını ele geçirmiş olan Maximinus Daia’yı ortadan kaldırmaktı. Galerius’un ölümünden sonra Doğu’yu tamamen ele geçiren Maximinus Daia, elinde kalabalık bir ordu olmasına rağmen, Licinius’a yenildi.

Bu arada Maximinus Daia, Antik Roma’dan kalma çok tanrılı Pagan dinini ve Jüpiter Kültü’nü halen destekleyen tek imparatordu. Konstantin, Milvian Köprüsü zaferini takiben Milano Fermanı’nı (Bkz: Edict of Milan) yayınlamış ve Hristiyanlara karşı 300 yıldır sürdürülen zulümlere bir son vermişti. Licinius da görünüşte kararı destekliyordu.

13. Hrisopolis Muharebesi

Diocletianus’un kurduğu Tetrarşi sistemi artık kesin olarak çökmüştü. Tetrarşi’nin hemen öncesinde Diocletianus ve Maximianus döneminde olduğu gibi, Doğu’da (Licinius) ve Batı’da (Konstantin) birer imparator kalmıştı. Ancak Konstantin, ne kadar Licinius’u kızı ile evlendirmiş ve akrabalık bağları kurmuş olsa da, tek imparator olmayı arzuluyordu.

Licinius ise Konstantin’e karşı düzenlenen bir suikast girişimine karıştı ve adeta kendi sonunu hazırladı. Konstantin ve Licinius arasında Balkanlar’da (Edirne) vuku bulan ilk savaşı, Konstantin kazandı ve geçici bir barış ortamı oldu. Ancak Licinius’un Hristiyan halka karşı yürüttüğü sert politika, Batı’da büyük tepkiye neden oldu.

Çift başlılığa kesin olarak son vermek isteyen Konstantin, Byzantium’da (İstanbul’un eski ismi) savunmaya çekilmiş olan Licinius’u Çanakkale Boğazı’ndan donanması ile gelerek bozguna uğrattı. Anadolu Yakası’ndaki Üsküdar’a (Chrysopolis) kaçan Licianus’un ordusu, burada vuku bulan son savaşta yok edildi.

Hrisopolis Muharebesi‘nde Licianus esir düştü ve başta Konstantin tarafından affedilmiş olsa da, sonradan infaz edildi. Bazı kaynaklara göre bunun nedeni kendisinin ordu toplayıp yeniden Konstantin’e karşı savaşmak istemesidir.

Böylece Tetrarşi Sistemi’nden kalan son imparator da tarihe karışmış ve savaş alanlarında hiç yenilmemiş olan İmparator Konstantin, Roma İmparatorluğu’nun tek hakimi olmuştur. Kişisel olarak sevmediği başkent Roma’yı terk etmiş ve Doğu’da yeni bir başkent kurmaya karar vermiştir. Kurmayları onun Doğu’daki başkent Nicomedia’ya (İznik) taşınmasını beklerken, o kendine yepyeni bir başkent seçmiştir. (Bkz: İstanbul)

Olayların Devamını Da Okuyabilirsiniz!

Bu yazıyı kaleme alırken amaçladığım şeylerden biri de Bizans İmparatorluğu tarihinin bir özetini çıkarmaktı. İstanbul tarihi ile yakından ilgilenen biri olarak, her şeyi en başından anlatmak istedim.

Tetrarşi yazısında İstanbul’u Roma’nın başkenti yapacak olan Konstantin’in nasıl tek başına iktidara geldiğini incelemiş olduk. Buradan itibaren konuyu Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları başlığında inceleyeceğiz.

Tetrarşi Nedir?

Bu uzun ve belki de bazı noktalarda sıkıcı hale gelen yazıyı okumayanlar olacaktır. Yazının sonuna doğru hızla gelenler için burada kısa bir açıklama yapalım. Roma İmparatorluğu, 3. yüzyılda büyük bir iç savaşa sürüklendi. İmparatorlar birbiri ardına tahta çıktılar. İstikrar tamamen yok oldu ve halk da yönetimden umudu kesmeye başladı.

Elli yıl süren bir kaos ortamının sonunda tahta çıkan Diocletianus, Roma İmparatorluğu’nun artık kontrol edilmesi çok zor olan sınırlarını güvence altına almak için Tetrarşi adı verilen bir yönetim sistemini devreye soktu. Bu sisteme göre Doğu ve Batı’da birer “Augustus” ve onların yardımcısı olarak birer de “Caesar” olacaktı. Diocletianus’un otoritesi altında mükemmel işleyen sistem, kendisi gönüllü olarak tahttan inip, inzivaya çekilince bozuldu.

Tüm bu karmaşanın içinden sıyrılan Constantine (Büyük Konstantin), tek başına imparator olmakla kalmayıp; Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve sosyal yapısını tamamen değiştirdi. Uzun süren iktidar yarışında adım adım Hristiyanlığı meşru hale getirdi ve ardından da başkenti Roma’dan, İstanbul‘a (Konstantinopolis) taşıdı.

Son olarak şunu da eklemek gerekir ki, Tetrarşi, Diocletianus’un yaptığı reformlardan sadece biridir. Diocletianus tahta çıktığında tam anlamıyla enkaz haline gelmiş olan ekonomi, ordu ve siyaset, bir dizi reformla düzeltilmiş ve Roma İmparatorluğu rayına girmeye başlamıştır.

Diocletianus’un sisteminin zirveye ulaştığı nokta, Galerius’un Persleri yenip; Constantius’un da Britanya’yı geri aldığı dönemdir.

Tetrarşi Dönemi Yazısı Kaynakları

Tetrarşi dönemi yazısının kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in “Byzantium” adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.

Buna ek olarak İngilizce hakimiyeti olanlar için Mike Duncan’ın ” The History of Rome” adlı podcast yayınını da şiddetle tavsiye ederim. Bu yayını hem internetten, hem de Spotify’dan bulabilirsiniz.

Roma’da Tetrarşi Hakkında Bilgi by Serhat Engül

8 Comments Add yours

  1. Erkan says:

    Sevgili meslektaşım, emeklerine sağlık. Çok faydalandım.

    1. Merhaba Erkan Bey. Yazının işe yaramasına sevindim. Hatta bir meslektaşıma faydalı olması beni iki kat fazla mutlu etti. Nazik yorumunuz için teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla…

  2. Sinan Ercan says:

    Çok detaylı, anlaşılır ve keyifle okunur bir yazı olmuş. Teşekkür ederim Serhat. Aynı sınıfta eğitim gördüğüm bir arkadaşımın bu güzel yazısını tesadüfen bulmuş ve okumuş olmak da beni ayrıca mutlu etti. Diğer yazılarını da en kısa sürede okuyacağım. Bu güzel yazıların devamını getir lütfen. 🙂

    1. Merhaba Sinan, “Tetrarşi Yönetimi” Bizans İmparatorluğu hakkında hazırladığım yazı dizisinin ilk parçası. Dilersen Dördüncü Yüzyıl Roma İmparatorları yazısından devam edebilirsin. Şu ana kadar Yedinci Yüzyıl Bizans İmparatorları dahil 5 yazı yayınlandı. Devamı gelecek. Güzel yorumun için teşekkür ederim ve keyifli okumalar!

  3. Ahmet Kaytanlı says:

    Çok faydalı ve güzel bir yazı olmuş. Yazanın ellerine sağlık.

    1. Merhaba Ahmet Bey, yorum için teşekkürler. Yazının size faydalı olmasına sevindim.

  4. Erdoğan Çırak says:

    Bende yazılarınızı kısmen okudum ve okumaya devam edeceğim. Anlatım diliniz çok iyi. Emeğinize sağlık.

    1. Merhaba Erdoğan Bey, nazik sözleriniz için teşekkürler. Yazıları beğenmenize sevindim.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *