Roma’da Tetrarşi Dönemi ile başlayan yazı dizisinde, İstanbul’un tarihini en detaylı şekilde aktarmaya çalışıyorum. İlk üç yazıda Bizans’ı ve onun başkenti Konstantinopolis’i tanıdıktan sonra, Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısına gelmiş olduk.
Bir önceki yazıda Birleşik Roma’nın son imparatoru olan I. Theodosius’tan başlamıştık. Sonrasında Doğu Roma’nın (Bizans) ilk imparatoru olarak kabul edilen Arcadius’tan bahsettik. Devamında ise İstanbul’a Şerefiye Sarnıcı ve İstanbul şehir surlarını miras bırakan II. Theodosius’u andık.
Bu yazıda altıncı yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nda gerçekleşen olayları bulabilirsiniz. İmparatorluğun zirve yıllarını yansıtan bu dönemde, İstanbul’da bugün halen görebildiğimiz birçok tarihi eser de inşa edilmişti.
Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları
Altıncı Yüzyıl’da Bizans imparatorları arasında I. Anastasius, I. Justinus, I. Justinianus (Ayasofya’yı ve Yerebatan Sarnıcı’nı inşa eden hükümdar), II. Justinus, II. Tiberius ve Mavrikios (Mauricius) var.
Bu yazı serisinde İstanbul’un tarihini detaylı bir biçimde ele alırken, şehirdeki Osmanlı öncesi tarihi eserlerin de hangi imparatorlar döneminde inşa edildiğini görebiliyoruz. Keyifli okumalar dilerim.
1. İmparator I. Anastasius
İmparator I. Anastasius, Doğu Roma İmparatorluğu’nu (Bizans) 491 ile 518 yılları arasında yönetti. İmparatorun adı yabancı kaynaklarda Anastasius I Dicorus olarak geçer.
Önceki yazının sonunda bahsettiğimiz İmparator Zeno, Isauralı olması sebebiyle halkın nezdinde kabul görmüyordu. Din tartışmaları (Patrik Akakios ve Papa III. Felix’in birbirini aforoz etmesi), saray entrikaları (Pelagios’un haksızca idam edilmesi) ve oğlu Zenon’un kötü şöhreti nedeniyle Zeno iyice gözden düştü. Bir epilepsi nöbeti sırasında öldüğünde, yas tutan bile olmadı.
İmparatoriçe Ariadne
Varisi olmadan ölen imparatorların yerine, imparatoriçenin yapacağı yeni evlilikle imparator atanıyordu. Bu sebeple halk imparatoriçe Ariadne’ye “İmparatorluğa Ortodoks bir imparator ver, İmparatorluğa Romalı bir imparator ver.” diye yakardı. Ariadne, iyi eğitimli ve asil Flavius Anastasius ile evlenerek bu dileği yerine getirmiş oldu.
İmparator Anastasius tahta çıkmış en cimri hükümdarlardan biriydi. Vahşi hayvan gösterilerini ve gece eğlencelerini yasakladı. Kamu harcamaları kısıldı ve 27 yıllık Anastasius iktidarı sonunda muazzam bir tasarruf yapılmış oldu. Yapılan bu tasarruflara karşılık, yoksulların belini büken “Khrysargron” adındaki ağır vergi kaldırıldı.
Maviler ve Yeşiller
Hipodrom’da yapılan araba yarışlarının tarafları olan Maviler ve Yeşiller arasındaki rekabet, Anastasius döneminde doruğa çıkmıştı. Aristokratların desteklediği Maviler ile burjuvazinin desteklediği Yeşiller, birer spor kulübünden çok fazlasıydı. Maviler kendilerini Ortodoks olarak tanımlarken, Yeşiller ise zamanla Monofizit görüşü benimsediler.
Nevi şahsına münhasır bir imparator olan Anastasius, monofizitliğe sempati duymaya başladı ve yeşillerden yana tavır koydu. İmparatorun hiçbir zaman açıkça belirtmese de Monofizit olması, bu inanca sahip insanlara da cesaret vermişti. Monofizitlerin kiliselerde attığı sloganlar, başkentte büyük bir kavganın fitilini ateşledi ve iki taraftan da bir sürü insan öldü.
Başkenti saran isyanları dindirmek isteyen Anastasius, Hipodrom’daki imparatorluk locasına çıktı ve tahttan feragat edebileceğini açıkladı. Halk o anda sessizliğe büründü ve öfkeleri yatıştı. Anastasius’un halkın gözünde halen kredisi vardı.
Bizans imparatoru Anastasius, tahta çıktığında zaten 60 yaşında tecrübeli bir bürokrattı. 87 yaşına kadar yaşadıktan sonra eceliyle öldü. Yerine kimin geçeceği ciddi bir tartışma konusuydu. İmparatorluğun koruma muhafızı olan Justinus iyi bir askerdi, ancak eğitimsizdi. Yine de ordu ve bürokraside birçok kişi onun tahta çıkmasını istiyordu.
2. İmparator I. Justinus
İmparator I. Justinus yıllar önce Konstantinopolis’e beş parasız olarak gelmiş, fakat yetenekleri sayesinde hızla yükselmiş biriydi. Anastasius’un ölümünden sonra askerleri tarafından kalkanlar üzerinde kaldırıldı ve imparator olarak selamlandı. Yeni imparator her ne kadar devleti yönetecek bilgi ve donanımdan yoksun da olsa, perde arkasında yeğeni (Petrus Sabbatius) vardı.
İktidarı boyunca imparatorun arkasındaki gizli güç, keskin bir zeka ve mükemmel bir eğitime sahip olan Petrus’tu. İmparator Justinus onu evlat edindi ve devlet işlerine ortak etti. Petrus, imparatorun varisi olarak ilan edildiğinde Justinianus adını aldı.
Justinianus henüz imparator olmadan büyük başarılara imza attı. Bunlardan en önemlisi de Zenon döneminden beri arası açık olan Roma’daki Papa ile Konstantinopolis’teki Patrik’in arasını düzeltmek oldu. 1054’teki kalıcı bölünmeye (Great Schism) kadar birçok kez kavga eden ve barışan iki tarafın ne ilk ne de son kapışmasıydı.
Justinianus, Hipodrom’daki kadın dansçılardan birine (Theodora) aşık oldu. Bazı Bizans tarihçileri tarafından kıyasıya aşağılanan Theodora, Maviler takımını destekleyen biriydi. Aynı şekilde Maviler’e düşkün olan Justinianus ile Hipodrom’da tanıştılar.
Justinianus aşık olmuştu ve evlenmek istiyordu. Fakat amcası Justinus’un eşi Euphemia şiddetle muhalefet etti. Müstakbel imparatorun “ahlaksız” diye adı çıkmış bir kadınla evlenmesini istemiyordu. Justinianus ve Theodora uzun yıllar beklemek zorunda kaldılar. İmparatoriçenin ölümünün ardından (524) sessizce evlendiler.
Karısının ölümünden 3 yıl sonra (527) Bizans imparatoru I. Justinus da hayata gözlerini yumdu. Böylece zaten devleti perde arkasından yöneten Justinianus (Jüstinyen), resmen imparator oldu.
3. İmparator Justinianus
İmparator Justinianus Augustus unvanı ile tahta çıkarken, eşi Theodora da eş zamanlı olarak Augusta olmuştu. Yani devleti karı-koca beraber yöneteceklerdi. İmparatoriçe Theodora’nın yaptığı ilk işlerden biri, günümüzde “Küçük Ayasofya” olarak bilinen Sergios ve Bakhos Kilisesi’ni inşa etmek oldu.
Justinianus’un tahttaki erken dönemine iki bürokrat damgasını vurdu. Bunlardan biri vergi toplayıcısı Kapadokyalı Ioannes, diğer ise Pamphylialı Tribonianus idi.
Yüksek vizyonu ve hayalleri olan imparator, isteklerini gerçekleştirmek için paraya ihtiyaç duyuyordu. Halkı iliğine kadar sömüren Ioannes, imparatorluk hazinesine kaynak sağlamak için doğru adamdı. Ne var ki, yöntemleri yüzünden kendisinden nefret ediliyordu.
Codex Justinianus (Roma Hukuku Derlemesi)
Tribonianus ise Bizans tarih yazıcılarına göre rüşvetçi bir hukukçuydu. Saray hakimi olarak zenginlerin işine gelen yasalar çıkarıyor ve servetine servet katıyordu. Ancak tüm bu kötü şöhretine rağmen muazzam bir işin başarılmasına imza attı.
Justinianus’u Bizans İmparatorluğu’nun en önemli imparatoru yapan şeylerden biri olan Codex Justinianus’un hazırlanmasında rol almıştı. Roma İmparatorluğu’nun geçmişten gelen tüm yasalarını bir araya toplayan bu kodeks, günümüz batı hukukunun da temelini oluşturur.
Nika Ayaklanması
Bizans tarihinin en önemli imparatoru da olsa, Justinianus ile Konstantinopolis halkının yıldızı hiçbir zaman barışmadı. 527’de tahta çıktıktan yalnızca 5 yıl sonra, Hipodrom’da müthiş bir isyan patlak verdi. Bunda Justinianus’un tahta çıkmadan önce destek verdiği Maviler’i ihmal etmesinin yanı sıra, Yeşiller’i dışlamasının da etkisi vardı.
Tarihte ilk kez iki rakip takımın seyircileri birlik oldular ve bir imparatora hep bir ağızdan aleyhte tezahürat yaptılar. Tezahüratların hakaretlere ve hatta taşkınlıklara dönüşmesi gecikmedi. İsyancılar şehrin en önemli kiliseleri ve yapılarını ateşe verdiler.
Justinianus saraydan kaçmayı ve Anadolu’ya geçmeyi planlıyordu. Ancak İmparatoriçe Theodora, ünlü sözlerini sarf ederek onu kalmaya ve savaşmaya ikna etti. “Her insan mutlaka bir gün ölecektir. Ancak unvanımı taşımadığım bir günü görmektense ölmek yeğdir. Erguvan (imparatorluk pelerini) en soylu kefendir.”
Karısı Theodora’nın dik duruşundan etkilenen imparator, en yetenekli generallerini yanına çağırdı. Justinianus’un gelecekteki fetihlerine büyük katkı sağlayacak olan Belisarius, Narses ve Mundus isimli komutanlar, imparatorluk ordusu ile saraydan çıktılar. Yan yollardan ilerleyerek Hipodrom’u kuşattılar ve birkaç saatte 30.000 kişiyi öldürdüler.
Nika Ayaklanması çok kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Zaten başka bir yol da yoktu. Konstantinopolis halkı, imparatoru kukla gibi değiştiremeyeceğini ağır bir bedel ödeyerek öğrendi. Justinianus ise halkın gönlünü kazanmak için büyük çaplı bir restorasyon ve yeniden inşa projesine başladı. Yeni yapılacak binaların içinde Ayasofya ve Aya İrini gibi muhteşem kiliseler de vardı.
Ayasofya’nın İnşası
İmparator Justinianus, yeni kilisenin devrimci bir mimari ile inşa edilmesini ve eşsiz olmasını istiyordu. Bu amaçla Anthemius ve Isidoros isimli mimarları görevlendirdi. Anthemius, bir mühendis ve matematikçi olarak zaten ün salmıştı. Büyük beğeni kazanan Sergius ve Bacchus Kilisesi’ni (Küçük Ayasofya) tasarlayan da oydu. Isidoros ise kubbeler konusunda uzman bir akademisyendi.
Bu iki deha, yalnızca 5 sene içinde, asırlar boyunca dillere destan olacak bir yapı ortaya koymayı başardılar. Ortaya çıkan sonuç karşısında Justinianus o kadar heyecanlanmıştı ki, “Seni geçtim Süleyman!” diye haykırdığı rivayet edilir. Ne de olsa o döneme kadar bilinen en büyük tapınak, ismi Tevrat’ta geçen Süleyman Mabedi idi.
İtalya’nın Yeniden Fethi
Justinianus, en seçkin generali olan Belisarius’u, İtalya’nın geri alınması için görevlendirdi. 395’te Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı olarak bölünmesinden sonra eski başkent Roma uzun süre ayakta kalamamış ve 476’da barbar kavimler tarafından işgal edilmişti.
Odoaker isimli işgalci kabile reisi, İmparator Zeno tarafından desteklenen Theodorich sayesinde devrilmiş (Justinianus’tan 3 kuşak önce) ve tahta Bizans destekli bir Got kralı çıkmıştı. Justinianus ise İtalya’yı mutlak bir şekilde Bizans hakimiyeti altına almak istiyordu.
Zaten Theodorich’in ölümünden beri Got Krallığı, Bizans’ın himayesinden çıkma sinyalleri veriyordu. Roma’sız bir Roma İmparatorluğu’nu anlamsız bulan Justinianus’a göre, bu sorun hemen çözülmeliydi.
General Belisarius, Batı seferine çıkmadan önce Doğu sınırını güvence altına almak için Dara Savaşı’nda Persleri yenilgiye uğrattı. Sonra asırlar boyunca Afrika’daki en önemli Roma kentlerinden olan Kartaca’yı, Vandal Krallığı’nın elinden geri aldı. Artık Roma’nın yeniden fethi için tüm şartlar hazırdı.
Gotlarla Savaş
Belisarius, İtalya’nın Napoli ve Roma kentlerini ele geçirmeyi başardı. Ancak Gotlar da kolay pes etmediler. Roma şehrini taktik gereği boşaltıp, toparlandıktan sonra kuşattılar. Belisarius, kuşatma altında çok zor günler geçirse de, Konstantinopolis’ten gelen destek kuvvetler ile ablukayı yarmayı başardı.
General Belisarius’un başarıları, imparatoru sevindirdiği kadar endişeye de sevk ediyordu. Askerleri tarafından çok sevilen genç ve güçlü bir komutandı. Roma tarihinde defalarca kez olduğu gibi kendini imparator ilan edebilir ve başkente yürüyebilirdi. Böyle bir felaketin önüne geçmek için, en becerikli ve sadık adamı olan Narses’i de İtalya’ya gönderdi.
Narses gibi güçlü bir karakterin İtalya’ya ayak basması, Belisarius’un ordusundaki bazı subayların arıza çıkarmasına sebep oldu. Narses’ten başka kimseden emir almayacaklarını söyleyerek, Belisarius’a açıkça tavır koydular.
Belisarius ise orduyu ikiye bölüp, kendine sadık kuvvetler ile kuzey yönünde devam etti. Ordu Milano kapılarına dayandığında bu çift başlılık yüzünden şehir kaybedildi. Bunun üzerine Justinianus, Narses’i geri çağırmak zorunda kaldı.
Nihayetinde Gotları yenilgiye uğratan ve tüm İtalya’yı geri alan Belisarius, başkente geri döndü. Kartaca’yı aldıktan sonra Konstantinopolis’te onuruna müthiş bir zafer alayı düzenlenmişti. Bu kez daha da şaşaalı bir karşılama görmeyi düşlüyordu. Ancak umduğunu bulamadı. Belki de Justinianus onun artan gücü ve şöhretinden çekinmiş ve hatta kıskanmıştı.
Perslerle Savaş ve Saray Entrikaları
Belisarius’un askeri dehasına Doğu sınırında ihtiyaç vardı. Pers İmparatorluğu’nun başına geçmiş olan en büyük hükümdarlardan I. Hüsrev, Bizans’a saldırmış ve en önemli şehirlerden Antiokheia’yı (Antakya) ele geçirmişti. Acilen bölgeye gönderilse de, ilk zamanlarda pek faydalı olamadı. Çünkü eşi Antonina’nın onu aldattığından şüpheleniyordu.
İmparatoriçe Theodora’nın arkadaşı olan Antonina, aşığı Theodosius adındaki delikanlıyı Belisarius’un gazabından uzun süre korumayı başardı. Neden sonra Theodosius dizanteriden ölünce, Belisarius yeniden kendisine gelmişti.
Derhal Hüsrev’e karşı mücadeleye girişti ve Pers ordusunun Doğu topraklarında dilediği gibi at koşturmasını engelledi. Savaş devam ederken müthiş bir veba salgını oldu ve iki tarafı da yerle bir etti. Salgın Konstantinopolis’e de sıçramış ve Justinianus bile hastalanmıştı.
İmparatorluğun bu kara günlerinde Theodora, kocasına bir şey olursa istikrarı nasıl koruyacağını düşünüyordu. Normal şartlarda yeni biriyle evlenmesi ve onu imparator ilan etmesi gerekirdi. Ancak Doğu’da Perslerle çarpışan Bizans ordusu, Konstantinopolis’te seçilecek olan yeni bir imparatoru asla tanımayacağını ilan etti. Theodora hem korkmuş, hem de öfkeden deliye dönmüştü.
Toplantıyı yöneten iki generalden biri (Buzes) hapse atıldı ve rütbeleri söküldü. Diğeri ise Belisarius’tu, o kaos döneminde imparatorluğun en güçlü generalini içeri tıkmak olmazdı. Ancak Theodora uzun vadede intikamını almayı başardı. Belisarius’u Kartaca ve Roma seferlerinde Vandal ve Got hazinelerini zimmetine geçirmek ile suçladı. Başkentindeki servetine el konuldu ve itibarsızlaştırıldı.
Justinianus ölüm uykusundan uyanınca ilk işi Belisarius’un servetini ve itibarını ona iade etmek oldu. Çünkü imparatorluk hem Doğu’dan (Pers istilası), hem de Batı’dan (Gotlar yine canlanmıştı) tehdit altındaydı. Bir kurtarıcı varsa, o da Bizans’ın gelmiş geçmiş en başarılı generali Belisarius’tu.
Got Totila
Ne var ki, Belisarius’un ikinci İtalya seferi baştan çıkmazdaydı. Justinianus ona istediği büyüklükte bir ordu ve maddi kaynak vermemişti. Gelecek 5 yıl içinde Belisarius İtalya’da canla başla mücadele etti. Kaynakların yetersizliği nedeniyle önce Ioannes’i (soylu bir general), sonra da karısı Antonina’yı başkente gönderip destek istedi.
Gotların başına geçmiş olan Totila adındaki genç kral yaman biriydi. Ravenna, Floransa ve Roma hariç İtalya’yı Bizans İmparatorluğu’ndan geri almıştı. Roma’ya çok yakında konumlanan Napoli’yi ele geçirmiş ve halka çok iyi davranarak onların gönlünü kazanmıştı. Roma’yı kuşattığında şehri açlık ve sefalet kapladı. Açlığın son raddesine gelen birkaç Isauralı asker, şehrin kapılarını açarak Roma’nın düşmesine yol açtılar.
Theodoric (eski Got kralı) döneminde refah dolu ve huzurlu bir dönem geçirmiş olan İtalya halkı, Bizans’ın (Romalılar) geri dönmesinden beri açlık ve yıkımdan başka bir şey görmemişti. Bu sebeple Belisarius’un İtalya’yı ilk fethettiği dönemle, Totila ile savaşmak için geri döndüğü dönem arasında çok fark vardı.
Halk istilacı Gotlar’dan kurtulsa bile, Bizans’ın acımasız vergi memurlarının geri geleceğini biliyordu. Bu sebeple fethettiği şehirlere merhametli davranan Totila’ya yakınlaşmakta ve son 5 yılı onlar için cehenneme çevirmiş olan Bizans’a ise mesafe koymaktaydı.
Belisarius’un son bir çabayla karısı Antonina’yı (İmparatoriçe Theodora’nın arkadaşı) başkente göndermesi de bir işe yaramadı. Çünkü Theodora daha birkaç gün önce vefat etmişti. Antonina artık ne arkadaşını ikna edebilir, ne de üzüntüden perişan olmuş imparatordan ordu ve para göndermesini isteyebilirdi.
Bu olaylar zincirinin sonucunda Belisarius başkente geri çağrıldı. Roma’nın kaybı şimdilik kabul edilmişti. Justinianus, yıllarca şüpheyle yaklaştığı ve alttan alta önünü kestiği Belisarius’u içtenlikle karşıladı. Çünkü imparatoru, generale karşı sürekli kışkırtan ve aklına şüphe tohumları eken Theodora artık yoktu.
Bizans’taki Teolojik Problemler
Justinianus’un önceliği Totila’ya kaybedilen İtalya kentlerini almak değil, Bizans topraklarındaki dini ayrışmaları gidermekti. Zira imparatorluğun büyük bir çoğunluğunu oluşturan Ortodoks Hristiyanlar ile azımsanmayacak sayıdaki Monofizitler arasında büyük bir çekişme vardı.
İmparator, bir denge politikası kurma çabasındaydı. Çünkü Monofizitleri gözden çıkaramadığı gibi, onlara ılımlı yaklaştığı için Ortodoks’lardan da tepki görüyordu. Uzun yıllar birlikte hüküm süren Justinianus ve Theodora, deyim yerindeyse “iyi polis, kötü polis” rolü oynamışlardı.
Justinianus, Ortodoks çoğunluğu tatmin etmek için Monofizitler aleyhine açıklamalar yaparken, Theodora ise Monofizitler’i el altından destekliyor ve koruyordu. Ancak Theodora’nın zamansız ölümüyle bu denge bozuldu.
Belisarius, imparatoru İtalya’yı kurtarmaya ikna etmeye çalışırken, imparatorun ilgisiz kalmasının en büyük sebebi buydu. Yoksa özünde Justinianus’un en büyük amacı, Antik Roma dönemindeki toprakları yeniden fethetmekti.
Papa’nın Sürgüne Gönderilmesi
Dönemin en etkili din adamı olan Papa Vigilius, Justinianus tarafından siyasi kararlar almaya zorlandı. Vigilius yanaşmayınca, imparatorun adamları tarafından Roma’nın Got istilası tehlikesi ile karşı karşıya olması bahane edilerek, başkent Konstantinopolis’e getirildi. Dikbaşlı Vigilius ile Justinianus arasındaki çekişme, nihayetinde Papa’nın sürgüne gönderilmesine kadar devam etti.
Justinianus’un teşvik etmesiyle, ayrılıkları çözmek amacıyla Beşinci Ekümenik Konsil (I. Konstantinopolis Konsili) toplandı. Justinianus, önü alınamayan Monofizit inancı ile Ortodoksluk inancı arasında bir orta yolun bulunmasını istemişti. Ancak iki tarafı da memnun etmek isteyen İmparator, başarılı olamadı. Hatta uzun vadede ayrılık daha da derinleşti.
Asırlar boyunca imparatorların başına büyük dert olan bu teolojik (dinsel) ayrışmaları, bugünün penceresinden bakıp anlamlandırmak pek mümkün değildir. Hristiyanlığın İmparator Büyük Konstantin tarafından Milano Fermanı (313) ile serbest bırakıldığı dönemden beri bu tartışmaların ardı arkası kesilmemişti.
İtalya’nın Yeniden Fethi
Dinsel ayrışmalara geçici çözümler bulmuş olan imparator, artık dikkatini İtalya’ya çevirmeye karar vermişti. İtalya’nın yeniden fethi için kendisine varis olarak gördüğü kuzeni Germanos’u görevlendirdi. Germanos’un emrine Belisarius’un hiç sahip olmadığı kadar güçlü ve donanımlı bir ordu tahsis edildi.
Amma velakin, Germanos hiç beklenmedik bir şekilde ateşlenerek yolda öldü. Seferi yönetmesi için bu kez Justinianus’un sağ kolu Narses görevlendirildi. 70’ine merdiven dayamış olan Narses, yaşından beklenmeyecek kadar enerji dolu ve kararlı şekilde görevi üstlendi.
İtalya’nın Ostrogot (Doğu Gotları) kralı Totila’ya kaybedilmiş olan tüm şehirlerini tek tek aldı ve kralı da savaş meydanında öldürdü.
Got ordusundan kalan adamları organize eden ve Totila’nın yerine geçen Teja da Narses’in gazabından payını aldı. Gotlar ile Vezüv Yanardağı eteklerinde yapılan savaşta, Bizans ordusu kesin bir galibiyet kazandı.
İtalya, Got istilacılardan geri alınmıştı. Seferin geri kalanını Liberius adında başka bir general sürdürdü ve Bizans’ın topraklarını İspanya’ya kadar genişletti. Bugün Endülüsya olarak bilinen Güney İspanya da, Vizigotlar’dan (Batı Gotları) geri alınmıştı.
Justinianus’un Mirası
Bizans İmparatorları adıyla kaleme aldığım bu yazı dizisinde, en çok yer ayırdığım imparator Justinianus olsa gerek. Bugünkü İstanbul’un Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı gibi eserlerinin altında imzası olan bu imparator, bazı tarihçiler tarafından Klasik Roma’nın son hükümdarı olarak tanımlanır.
Bir Romalı olarak doğmuş olan Justinianus, Roma’nın Latin kökenlerine bağlı kalan bir hükümdar imajı vermiş ve ömrünün büyük bir bölümünü Roma İmparatorluğu’nu eski sınırlarına kavuşturmak için harcamıştır. En büyük hayali olan İtalya’nın yeniden fethi gerçekleşmiş ve göstermelik de olsa din birliği sağlanmıştır.
Buraya kadar mükemmel bir kariyer inşa eden Justinianus’un, son 10 yılda gösterdiği isteksizliğe şaşmamak elde değildir. Ömrü boyunca bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle çalışmış olan imparator, son 10 yılda çok zor duruma düşmedikçe savaşmaktan kaçınmış ve barışı satın almak için tüm düşmanlarını maaşa bağlamıştır.
Devleti yönetmedeki isteksizliğine rağmen, tahttan feragat etmeyi de düşünmemiş ve tebaasını kendisinden iyice soğutmuştur. Saldırgan bir Hun kabilesinin Balkan eyaletlerine girmesi ve başkentin kapılarına kadar gelmesi sebebiyle çıkan krizde, bir kez daha eski dost Belisarius’u çağırmış ve tehdidi savuşturmuştur.
Justinianus’un mirası büyük ve görkemli olduğu kadar, kırılgan ve savunmasızdır. Kaynak yetersizliğinden ordunun hacmi 500.000 askerden, 150.000’e kadar düşmüş ve devamlı onarım isteyen sınır duvarları bakımsız kalmıştır. Zaten küçük bir Hun kabilesinin başkent surlarının önüne kadar gelebilmesi de bu yüzdendir. Bizans İmparatorluğu’nun doruk noktası, aynı zamanda asırlar sürecek düşüşün de başlangıcına işaret eder.
Aralarındaki inişli çıkışlı ilişkiye rağmen, tüm bu başarılara birlikte imza atan iki adam, birbiri ardına hayata gözlerini yumar. Belisarius, 565 yılının Mart ayında, altmışlı yaşlarında iken başkentte ölür. Ondan yaklaşık 7 ay sonra, 14 Kasım 565’te, seksenli yaşlarındaki Justinianus ani bir kalp krizi ile hayata veda eder.
4. İmparator II. Justinus
İmparator II. Justinus, Justinianus’un fazlasıyla uzun hükümdarlığından sonra tahta çıktı. Başkent halkı Justinianus’un son yıllarındaki isteksizliğinden bezdiği için, yeni imparatoru taze kan olarak görmüş olsa gerek. Ancak bu beklenti, II. Justinus’un omuzlarında taşınamaz yüke dönüştü.
Konstantinopolis tarihinde “Büyük” olarak anılan 3 imparator vardır. Bunlardan ilki I. Konstantin (Constantinus), ikincisi I. Theodosius ve üçüncüsü de I. Justinianus (Jüstinyen) idi. Tarihte böyle üstün nitelikli hükümdarlardan sonra tahta çıkanlar, genelde selefinin ağırlığı altında ezilmiştir.
Zira Justinianus’un yeğeni olan II. Justinus da, oldukça iddialı bir şekilde çıktığı tahta, akıl hastalığı belirtileri gösterdiği bir dönemde vefat ederek veda etmiştir. Amcasının yerine herhangi bir çekişme olmadan kolayca oturan II. Justinus, taç giyme töreni sırasında Justinianus’un son yıllarını eleştiren bir konuşma yapmıştı. Onun son yıllardaki yönetim zaafiyetini eleştirdikten sonra, bunları düzelteceğine söz vermişti.
Amma velakin, Justinianus’un çevredeki düşmanlara para dağıtarak sağladığı barış, onun ölümüyle hemen bozuldu. Bunda elbette II. Justinus’un kendisine fazla güvenerek tüm düşmanlarına kafa tutmasının ve ödenekleri kesmesinin de büyük payı vardı.
Kendisini müthiş bir karmaşanın ortasında bulan II. Justinus, amcasının neden sonu gelmez savaşlardan bezdiğini yaşayarak görecekti. Zira Bizans İmparatorluğu’nun üstüne ilk çullanan Avarlar oldu. Dalmaçya kıyılarını talan eden Avarlar, gönderilen bir Bizans ordusunu da yenilgiye uğrattı. II. Justinus, Avarları ancak 80.000 gümüş haraç ödeyerek durdurabildi.
Persler de aynı şekilde başkaldırdı. Suriye’ye girip, Bizans kentlerini yağmaladılar ve ateşe verdiler. Ancak imparatorluk en büyük darbeyi İtalya’ya giren Lombardlar’dan yedi. Justinianus’un büyük paralar ve emekler karşılığı ele geçirdiği İtalya’yı neredeyse tamamen işgal ettiler. Justinianus’un ölümünden yalnızca 3 yıl sonra, Bizans’ın elinde yalnızca birkaç stratejik şehir kalmıştı.
İtalyan halkı istilacılara ciddi bir direniş göstermedi. Sebebi ise Justinianus döneminden beri acımasız vergiler toplayan Bizans vergi memurlarıydı. Justinianus’un yeni fethettiği yerlere getirmek istediği iyi yönetim anlayışı, maalesef yalnızca teoride kalıyordu.
Büyük bir heyecanla fethettiği İtalya’yı, tüm Akdeniz’i çevreleyen imparatorluğu korumak için vergiye boğmuştu. (diğer eyaletler de bu amansız vergi sisteminden İtalya kadar nasibini alıyordu.)
Tüm toprak kayıplarına ve çöküşe, imparatorun Monofizitler’e karşı başlattığı cadı avı da tuz biber oldu. Justinianus’un ılımlı politika izlediği Monofizitler, II. Justinus döneminde bizzat devletten zulüm görmeye başlamıştı.
Bunu Bizans imparatoru II. Justinus’un gittikçe ilerleyen akıl hastalığı ile ilişkilendirenler de vardı. İmparatorun karısı durumun vehametini fark etti ve kocasını bir varis tayin etmeye ikna etti. Bu varis, II. Tiberius’tu. Bu atamadan kısa bir süre sonra Justinus hayata gözlerini yumdu.
5. İmparator II. Tiberius
İmparator II. Tiberius, alevler içindeki bir imparatorluğu devraldı ve buna karşın başarılı bir yönetim gösterdi. Öncelikle Justinianus ve II. Justinus döneminde ihmal edilmiş olan Demos’lara, yani Maviler ve Yeşiller’e destek verdi. İmparatorluk içinde bir sivil örgütlenme olan bu araba yarışı takımları, Bizans’ın sosyal yapısında önemli yer tutuyordu.
İkinci olarak Monofizitler’e yapılan zulme bir son verdi. Çünkü bu her yönden saldırı altında olan imparatorluğu, içeriden de parçalamaktan başka bir işe yaramıyordu.
Bizans imparatoru II. Tiberius son olarak devlete asırlarca hizmet edecek olan Vareg Muhafızları (Varangian Guards) birliğinin temelini attı. Gelecekte imparatorluğun elit birlikleri olacak bu askerler, kuzeyli (ağırlıkla İskandinav) savaşçılardan oluşuyordu.
Tüm bu iyi özelliklerine karşılık, zaten boşalmış olan imparatorluk kasasından çok para dağıttı. Osmanlı’daki cülus bahşişi misali, tahta çıkar çımkaz binlerce kilo altın dağıtmış olması, uzun vadede devlet kasası için pek iyi olmamıştır.
6. İmparator Mavrikios
İmparator Mavrikios (Mauricius), Tiberius’un bizzat atadığı bir varisti. Bizans’ın en önemli eyaletlerinden Kapadokya’da doğmuş olan Mavrikios, aynı zamanda başarılı bir subaydı. Doğu cephesinde Perslere karşı savaşmış ve büyük yararlılık göstermişti. İyi bir kumandan olduğu kadar, başarılı bir örgütleyici olması Bizans’a ilaç gibi gelmişti.
İtalya’da elde kalan en önemli kentlerden Ravenna’da ve Afrika’daki Kartaca’da birer valilik kurdu. Gönderdiği valileri üstün yetkilerle donattı ve bölgelerinde dirliği sağlamalarını salık verdi. Bizans’ın ileri karakolları haline gelen bu şehirler, imparatorluğa uzun yıllar faydalı olacaktı.
Mavrikios’un ilk yılları askeri ve siyasi olarak çok başarılı günlerdi. İmparatorluğu bunaltan Pers saldırılarına karşı koydu ve Hüsrev’in yerine geçen oğlu Hürmüz’ü yenilgiye uğrattı. Yeni Pers İmparatoru Hürmüz, kısa zamanda toparlanıp tekrar saldırıya geçtiyse de; kendi memleketinde çıkan bir isyan yüzünden geri adım attı.
Pers diyarında tahtını koruma mücadelesi veren Hürmüz, rakiplerince öldürüldü. Yerine geçen oğlu II. Hüsrev ise Bizans imparatorundan yardım istedi. Mavrikios, şayet tahta geçerse kayıtsız şartsız barış yapılması şartıyla II. Hüsrev’e yardım etme sözü verdi. Bizans yıllardır Persler ile ya savaşıyor, ya da ağır vergiler karşılığında barış yapıyordu. Bu sebeple bu durum bulunmaz bir fırsattı.
II. Hüsrev ülkesindeki muhalefeti bertaraf edip tahta çıktığında, söz verdiği gibi barış imzaladı. Böylece Bizans imparatoru Mavrikios, Batı’da başına bela olan Avarlar’a yoğunlaşma fırsatı buldu.
Amma velakin Mavrikios’un o ana kadar iyi giden şansı tersine dönmüştü. Bizans’ın Balkanlar’daki en önemli merkezlerinden Sirmium’u (Sırbistan’da bir kent) ele geçiren Avarlar, bu kenti üs olarak kullandı ve tüm Tuna eyaletlerini yağmaladı.
Yine de hem Doğu, hem de Batı’da savaşmak zorunda kalmayan Bizans İmparatorluğu (zira II. Justinus ve II. Tiberius’un saltanat yılları iki taraftan kuşatılmış şekilde geçmişti) Avarlar ve Slavlar ile Avrupa cephesinde etkin bir şekilde mücadele etmeyi başardı. Yalnız bu arada yeni bir sorun ortaya çıkmıştı ve elbette problem yine her imparatorun başına bela olan din kavgasıydı.
Roma’daki Papa ve Konstantinopolis’teki Patrik
588 yılında, Konstantinopolis’te Patriklik makamında IV. Ioannes vardı. Hristiyan kilisesinin kurumlaştığı I. Constantinus döneminden beri Roma’daki Psikopos’un (Papa), Konstantinopolis’teki Psikopos’a (Partik) nazaran üstünlüğü vardı. Ancak iki taraf arasında sürekli bir çekişme söz konusuydu.
IV. Ioannes kendisini Ekümenik (Evrensel) kabul eden bir unvan kullanmaya başladı. Bu Papa’nın otoritesine açıkça meydan okumak anlamına geliyordu. Papa I. Gregorius buna şiddetle karşı çıktı ve imparatora şikayet etti. Ancak bir sonuç alamadı. Patrik’in imparatorun yaşadığı şehirde (Bkz: Konstantinopolis) olması, ona avantaj sağlıyordu.
Zamanla Doğu Kilisesi’nin lideri konumundaki Konstantinopolis Patriğinin “Ekümenik” unvanı kalıcı hale geldi. Bugün İstanbul’da bulunan Fener Rum Patrikhanesi, söz konusu Ekümeniklik unvanı konusunda halen ısrarcıdır.
İki kilise arasındaki bu kavgalar, tam da Bizans’ın en kötü günlerini yaşadığı zamanlarda (1054 yılında II. Basil sonrası karmaşa dönemi) geri dönülemez bir krize dönüşecekti.
Bizans’ta Maddi Krizler ve İsyan
Mavrikios’un en büyük talihsizliği, selefinden bomboş bir hazine devalmış olmasıydı. II. Tiberius’un saçtığı paralar ve Mavrikios’un iktidarı boyunca devam eden savaşlar yüzünden devlet iflasın eşiğine gelmişti.
Beslemek zorunda olduğu kocaman bir ordu varken, askeri ödenekleri 4’te 1 oranında kısmak zorunda kalmıştı. 588’de gerçekleşen bu olay, Asya’daki orduda (Doğu Ordusu) büyük bir infiale sebep oldu.
Bunu izleyen 10 yıl içerisinde durum daha da kötüye gitmişti. Artık ordunun kışlama masraflarını bile ödeyecek para kalmamıştı. Normalde imparatorluk sınırlarını korumak için Tuna Nehri’nin ötesinde barbar kavimlerle savaşan ordu, kışın Bizans topraklarındaki üssüne döner ve dinlenirdi. Ancak bu 599’da yayınlanan bir imparatorluk fermanına göre bu kez savaştıkları -bilinen uygar dünyanın dışındaki- ovalarda kamp kurmaları gerekiyordu.
Askerler büyük bir öfke seline kapıldılar. Ordunun başında imparatorun kardeşi Petrus vardı ve onları dizginlemeyi başaramadı. Ordunun önde gelen subaylarından Phokas, askerler tarafından kalkanların üzerinde yükseltildi ve imparator ilan edildi.
Eş zamanlı olarak başkentte de isyanlar çıkmış ve kalabalıklar sarayın önünde toplanmıştı. Umudunu kesen Mavrikios, bir kayıkla Nikomedia’ya (İzmit) kaçtı. Giderken oğulları ve eşini de yanına almıştı. Batı ordusu ile başkente yürüyen Phokas, tahtı ele geçirdi ve kendini imparator ilan etti.
Bir noktaya kadar kaçmayı başarmış olan Mavrikios’un gücü kalmamıştı. Gut hastasıydı ve sağlık durumu seyahat etmeye uygun değildi. Acılar içinde kıvranırken Phokas’ın gönderdiği askerler tarafından yakalandı ve infaz edildi. Oğulları da aynı şekilde öldürülmüş ve İzmit Körfezi’ne atılmıştı.
Mavrikios’un (Mauricius) Mirası
Mavrikios’un saltanatı kötü bitse de, genel olarak iyi bir yönetim gösterdi. En büyük hatası akrabalarına fazla güvenmesi ve kardeşi Petrus gibi yeteneksiz insanları çok üst seviyeye getirmesiydi. Para yokluğundan orduya yeterince para akıtamamış ve başkentte şaşaalı eğlenceler organize edememişti. Bu sebeple askerler ve halk onu istemedi.
Bizans imparatoru Mavrikios’un düşüşüne çanak tutanlar, kısa bir süre sonra yaptıkları yanlışın büyüklüğünü acı bir bedel ödeyerek fark edeceklerdi. Çünkü Bizans tahtına çıkmış olan en acımasız, gaddar ve başarısız imparatorlardan biri olan Phokas’ın önünü açmışlardı.
Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!
Bu yazıda Bizans İmparatorluğu’nun zirve dönemine ulaştığını gördük. Ancak o zirveye ulaşmak için kaynakları fazla zorlayan Bizans, hemen ardından büyük bir çöküşe geçti. Bir sonraki yazıda yine benzer bir yükseliş (Heraklius dönemi) ve ardından da çöküş göreceğiz. Serinin devamını Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısından okuyabilirsiniz.
Altıncı Yüzyıl’da Bizans Yazısı Kaynakları
Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısı kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in Byzantium adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.
Bizans İmparatorluğu ile ilgili oldukça ayrıntılı bir kaynak olan Robin Pierson’un The History of Byzantium podcast yayınına bakabilirsiniz.
Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları by Serhat Engül